E harfi ile başlayan deyimler

Değerlendir:
1 sonuçtan 1 ile 1 arası

Konu: E harfi ile başlayan deyimler

  1. Teşekküre Gitİndir #1
    Teşekküre Git
    Kıdemli Üye İnfo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Bilgi

    Gönderi Başına Git

    Deyim E harfi ile başlayan deyimler

    E harfi ile başlayan deyimler

    Bu yazımızda sizlere E harfi ile başlayan deyimler, deyimlerin anlamları ve örnek cümleler hakkında sizlere kısa bilgiler vereceğiz.

    E harfi ile başlayan deyimler

    Eceli gelmek : -1. İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek. -2. Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek.

    Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak, ölümüne susamak.)

    Ecel şerbeti içmek : Ölmek.

    Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kay gı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek.

    Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü. (Kars. Çarpık çurpuk, eğri büğrü.)

    Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söyle mek.

    Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gi dermeye çalışmak.

    Efradını cami, ağyarını mani: (esk.) “Gerekli her tür şeyi içeren, ge reksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir.

    Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk. (Kars. Eciş bücüş.)

    Ekalliyette kalmak : bk. Azınlıkta kalmak.

    Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kul lanılır.

    Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak.

    Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak.

    Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak.

    Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak.

    Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars. İş tutmak).

    Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek bece rikli, yetenekli olmak.

    Ekmeğini yemek (birinin): -1. Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak. -2. Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.

    Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak.

    Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor.’ anlamında.

    Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme.

    Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı.

    Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası.

    Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.

    Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü.

    Eksik etmemek (bir şeyi) : -1. O şeyi her zaman bulundurmak. -2. Ona devam etmek, onu sürekli yapmak.

    Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler.

    Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek.

    Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak.

    Eksik olma : “Sağ ol, var ol” antamında teşekkür sözü.

    Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü.

    Eksik olsun : -1. “İstemem, gereği yok.” anlamında öfkeyle söylenir. -2. Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır.

    El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düş mek; avuç açmak.

    El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı lan beceri, ustalık.

    El atmak (birinden) : -1. Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkaları na yol gösterme iznini almak. -2. Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak. -3. İskambil oyunlarında kar şı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak.

    El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yer de, hazırda.

    El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan. (Kars. Alttan alta, gizli den gizliye.)

    El atmak (bir şeye) : -1. Yeni bir işe başlamak. -2. Birisinin işine karış mak; müdahale etmek. -3. Birine sarkıntılık etmek.

    El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssız laşmak.

    El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek.



    El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir.

    El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmaz sa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.’ anlamında.

    El çabukluğu: -1. Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. -2. Bir şeyi sezdirmeden yapma.

    El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak

    El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapma mak.

    El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak.

    Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek.

    Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb. harcanarak bit mek, tükenmek.

    Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para.

    Elde etmek (bir şey) (birini) : -1. Bir şeye sahip olmak, onu edin mek. -2. Bir şey meydana getirmek, üretmek. -3. Bir kimseyi kendi yanına çekmek. -4. Bir kimseyi kendi hizmetine almak.

    El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başka sına geçmek.

    El değmemiş : -1. Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış. -2. Saflığı bo zulmamış.

    Elde (elinde) kalmak: -1. Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahi binde durmak. -2. Harcamanın sonunda artmış olarak durmak.

    Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yü rüyemez, iş yapamaz duruma gelmek.

    Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek.

    Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek.

    Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal).

    Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakın dan ilgilenmek.

    Elden ele : Bir kişiden ötekine.

    Elden ele dolaşmak : -1. Birçok kimsece alınıp bakılmak. -2. Birçok sa hip değiştirmek.

    Elden geçirmek (bir şeyi) : -1. Onu incelemek, kontrol etmek. -2. Onu onarmak, düzeltmek.

    Elden gel: -1. “Seni kutlarım.” -2. “Parayı hemen ver.” anlamında.

    Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak.

    Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar.

    Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak.

    Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir.

    Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitir mek.

    Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak.

    Ele almak (bir şeyi) : -1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. -2. Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek.

    Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlar da bulunmak.

    Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1. Onu yakalamak. -2. Onu elde et mek, edinmek, ona sahip olmak.

    Ele geçmek: -1. Yakalanmak. -2. Elde edilmek.

    Ele gelmek : -1. Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek. -2. Bebek kuca ğa alınacak kadar büyümek.

    Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde.

    El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi.” anlamında.

    Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek.

    El emeği: -1. Elde yapılan iş, ürün. -2. Elle yapılan çalışmanın karşılı ğı, ücreti.

    El etek çekmek (bir şeyden) : -1. Artık o şeyle uğraşmaz olmak. -2. Kendini bütünüyle ibadete vermek.

    El etek öpmek : -1. İşini yaptırmak için çok yalvarmak. -2. Yaltaklan mak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek.

    El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak.

    Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser

    söğüdü) : “Başkasına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, dahası tersini ya par.” anlamında.

    Ele vermek (birini) : -1. Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber ve rip yakalatmak. -2. Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetleri ne yakalatmak.

    Et gün : Herkes, el âlem.

    Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse).

    Eli ağır: -1. Yavaş iş yapan (kimse). -2. Eliyle vurduğunda acıtan kim se; ağır elli.

    Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak.

    Eli alışmak (bir şeye) : -1. Bir işte ustalık kazanmak. -2. Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek.



    Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak.

    Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında.

    Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1. Bir şey yapamayacak durumda ol mak. -2. Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak. Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz

    duruma gelmek.

    Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi gö rünmek.

    Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşır mak, saçma sapan işler yapmak.

    Eli ayağı titremek :” Korkur sinir, vb. yüzünden heyecanlanmak. Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak.

    Eli bol: -1. İş yapabilecek parası olan (kimse). -2. İş için gerekli araçla rı esirgemeyen (kimse).

    Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak.

    Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse).

    Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek.

    Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gel mek (gitmek).

    Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapa maz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek.

    Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak. (Kars. Cebinde .akrep ol mak.)

    Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse).

    Eli darda : Para sıkıntısı içinde.

    Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konu su işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak).

    Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek. (Kars. Ek meğini eline almak.)

    Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya

    vakti olmak (olmamak).

    Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik tasla yan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir.

    Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse).

    Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak.

    Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek.

    Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci).

    Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak.

    Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şey lerde olan, (kimse).

    Eli kalem tutmak: -1. Yazı yazmayı bilmek. -2. Bir konu hakkında ba şarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak.

    Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek.

    Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzeri ne aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak.

    Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın.

    Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç.

    Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda.” anlamında.

    Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın).

    Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak.

    Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak.

    Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek.

    Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksiz lik yüzünden yardıma olamamak.

    Elinden çekmek: -1. Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek. -2. Bir kim seyi öç almak için sıkıntıya sokmak



    Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek.

    Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.

    Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak.

    Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak.

    Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak.

    Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak.

    Elinden tutmak (birinin): -1. Ona yardım etmek. -2. İlerlemesine yar dıma olmak, kayırmak.

    Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak.

    Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse).

    Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabil mek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak.

    Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak.

    Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda otmak.

    Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1. O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek. -2. Ona yakalanmak. -3. Kendisi ne hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek. -

    Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak.

    Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1. Kazanmak, elde etmek. -2. Bul mak. -3. Yakalamak.

    Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak on dan başka kimsesi kait ak.

    Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşek kür ederim.” anlamında.

    Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir.” anlamında.

    Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse).

    Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek.

    Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek.

    Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapıl masını isterken söylenir.

    Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak.

    Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak.

    Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek.

    Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek.

    Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapama yacak duruma getirmek.

    Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, ser bestçe, çekinmeden dolaşmak.

    Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir ar mağan almadan gitmek.

    Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlık ta.

    Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü.

    Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürme mek, çok nazlı olmak.

    Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1. bk. elini sürmemek. -2. Birine her hangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek.

    Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapma mak. -2. Tenezzül etmemek.

    Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak.

    Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir. Senin cömert, yar dımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun.” anlamında.

    Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söyle mek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek).

    Eli olmak (bir şeyde) : -1. Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulun mak. -2. Bir işle gizli bir ilişkisi olmak



    Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek.

    Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse).

    Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak.

    Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim).

    Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı.

    Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız.

    Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak.

    Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse).

    Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak.

    Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak).

    Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse).

    El kadar: Çok küçük (Kars. Bacak kadar.)

    El kaldırmak : -1. Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak. -2. Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak.

    El kapısı: -1. Yabancıların evi, yurdu. -2. Bir kızın gelin gittiği ev. -3. Ki şinin geçimini sağladığı işyeri.

    El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir).

    El koymak (bir şeye) : -1. Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir ye rin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak. -2. Bir yolsuzluğu orta ya çıkarmak için incelemesine girişmek.

    Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun.” anlamında iyi dilek sözü.

    Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü.

    Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1. Sağlam tarafı kalmamak. -2. Kendisine güvenilmemek.

    Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunma mak.

    Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan.

    El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak.

    El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak.

    El sürmemek (bir şeye, birine) : -1. Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak. -2. Bir işi yapmaya başlamamak. -3. İlgilenip eline al mamak.

    El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek.

    El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1. O kimseye yardım etmek. -2. Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üze rinde Ihak iddia etmek.

    El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet.

    El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sev gi göstermek.

    El vermek (birine) : -1. Ona yardım etmek. -2. Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek. -3. Birine bir konuda yetki vermek. -4. İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak.

    El yatkınlığı: -1. İşe alışmış olma durumu. -2. El işlerini yapmakta yet kin olma.

    El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak.

    Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak.

    Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak.

    Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1. Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak. -2. Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak.

    Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir.

    Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek.

    Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek.

    Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek.

    Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak.

    Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak.

    Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak.

    Enine boyuna : -1. Her yönüyle, eksiksizce. -2. İriyarı, gösterişli (kim se).

    Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle. (Kars. İyiden iyiye.)

    Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse).

    Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyar mak, tedirgin etmek.

    Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak.

    Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak. (Kars. Yakasına yapış mak.)

    Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak.

    Entrika çevirmek : Hile düzenlemek.



    Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç.

    Eriyip bitmek: -1. Çok zayıflamak, incelmek. -2. Çok aa çekmiş ol mak.

    Eriyip gitmek : Yok olmak.

    Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır.

    Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçme mek.

    Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek.

    Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı.” anlamında.

    Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak.

    Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı.

    Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, es ki yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars. Geri kafalı.)

    Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek.

    Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse.

    Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor.” anlamında.

    Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse).

    Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yö nünden en zengin olan (kimse).

    Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştı ğı bilinmeyen kimse için söylenir.

    Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü.

    Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar.

    Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyor sun?” anlamında.

    Eşek cenneti: Öbür dünya.

    Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak.

    Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyi ce dövmek.

    Eşek şakası: Ağır el şakası.

    Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek.

    Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek.

    Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek.

    Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek.

    Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız).

    Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir.

    Etine dolgun : Tombul (kimse). (Kars. Balık etinde.)

    Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, usta ya teslim ederken söyledikleri söz.

    Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse).

    Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir.

    Etliye sütlüye karışmamak: -1. Kendini ilgilendirmeyen işlere karış mamak. -2. Kendi halinde yaşamak.

    Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülü ğü yapmak.

    Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için biri nin yanından ayrılmamak.

    Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte ver diği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak.

    Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak.

    Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık ver mek, ondan öcünü almak.

    Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek,

    Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak.

    Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek.

    Ev bark : -1. Ev. -2. Çoluk çocuk, ev halkı.

    Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak.

    Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak.

    Evin direği: -1. Kadın için koca, eş. -2.Evİn geçimini sağlayan kimse.

    Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçir mek.

    Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmeme sini dilerim.” anlamında.

    Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü.

    Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu.” anlamında.

    Ev yıkmak : -1. Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol aç mak. -2. Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmaları na yol açmak.

    Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -LRazı olmak, kabul etmek. -2. Aliaha ısmarladık demek.

    Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek.

    Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gö-. nül borcu olmamak.

    Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek.

    Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak.

    Ezilip büzülmek : -1. Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek. -2. Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak.




Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •