Esir Kız

Anadolu’nun çam kokulu yalçın dağlarının  eteğinde kurulmuş eski bir ticaret şehri vardı.  İlkbaharda çağlayan suları, kekik kokulu rüzgarları, gelinciklerle süslenen, mor sümbüllerle bezenen tarlaları, çeşit  çeşit meyveleri ile insana huzur ve saadet veren bu şehirde servet ve asalette birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En sıkıntılı zamanlarda birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En sıkıntılı zamanlarda birbirlerine yardım eden, en sevinçli anlarını beraberce yaşayan bu iki mesut ailenin günün birine birer çocukları dünyaya geldi.  Bir ailenin nur topu gibi oğlu, öbürünün de ay parçası gibi bir kızı olmuştu.  Erkek çocuğa Tuğrul, kıza da Nazlı adını koydular. Dediler ki;

– Allah her iki yavrumuza sıhhatli ve uzun ömürler verir de yetişir büyürlerse, ailelerimizin bu mesut dostluğunu devam ettirmek üzere onları evlendirelim. Onların saadetiyle mesut olalım. En küçük yaştan başlayarak bir arada birbirlerini tanıyarak, severek sayarak büyüsünler. İlimde kültürde, sanatta birbirlerine eş olacak bir tahsil yaptıralım. İçtimai ve fikri seviyeleri aynı olunca kolayca anlaşırlar…

Küçük yaşta, ehliyetli birer terbiyecinin himayesine ve okuma çağları da gelince hususi hocaların eli altına verilen Tuğrul ile Nazlı, bilgi elde etmede yarış ediyorlardı. Her ikisi de Kur’an-ı Kerim’i okumaya, yer yer ezberlemeye ve yaşları ilerledikçe bu en büyük kutsal kitaptaki mânâları anlamaya başladılar. Daha sonra İslâm’ı insanlara son ve en güzel şekliyle anlatan Peygamber’in inci gibi sözlerini öğrendiler. Dini bilgilerini çoğaltırlarken, hocaları onlara hayat ve tabiat bilgileri, tarih, coğrafya, fizik, kimya öğretmeye yaşları on sekizi bulunca da psikoloji, sosyal bilgiler, felsefe ve ahlâk dersleri vermeye başladılar. Nihayet her iki yavruyu birbirleri ile evlendirdiler. Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım babalarının kendileri için ayırdığı bir miktar servet ile bahçeler içinde şirin bir köşke yerleştiler. Tuğrul Bey, baba mesleğini devam ettirmeye ve ticaretle uğraşmaya başladı. Her iki tüccarın tahminlerinden de fazla bir saadetle dolup taşan genç yuva, o zamanki mesut Türk ailelerinden bir örnek idi. Güneş akşamları ufka yaklaşırken, çimenlerden bir halı serilmiş olan bahçenin yemyeşil ağaçlarının üstü kuş cıvıltıları ile doluyor, köşkün hizmetçileri akşam yemeğinin hazırlığına başlıyorlar, çiçeklere su verilirken, köşkte yatıp kalkan fakir neyzen ney çalarak kuşlara ahenk katıyordu. Her gece köşkün sarmaşıklarla süslü, hanımeli kokan bal konunda Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım ve kendilerine misafir gelen şehrin sayılı aileleri ile şiir ve edebiyat sohbetleri yapılıyordu,

Mehtaplı bir gece idi. Misafirler evlerine dönmüşlerdi. Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım balkonda sohbetlerine devam ediyorlardı. Şehrin zalim kolbaşısı yanında süvarilerinden on kişi kadar adamla balkonun altından geçerken genç ve güzel kızı görmüştü. Ay ışığı ile bir kat daha derinleşen güzelliği içinde Nazlı bir şiir okuyor ve Tuğrul Bey dinliyordu.Kolbaşı, karanlıkta bütün dikkatini bu genç hanım üstünde toplarken şöyle düşünüyordu:

– Tam Vali Paşa’nın sarayına layık bir kız…

Aradan günler geçti. Zalim kolbaşı adamları ile gizli soruşturma yaptırdı. Bu güzel kızı Vali Paşa’ya takdim ettiği gün maaşında muhakkak artış olacak, belki de kolbaşılıktan daha üst makamlara çıkarılacaktı.

Bir akşam Tuğrul Bey’in köşkünün kapısı çalındı. İhtiyar bir kadın Nazlı Hanımı görmek istiyordu. Hizmetçiler kadını içeri aldılar. Tuğrul Bey ticaret için başka şehre gitmişti. Misafir odasında Nazlı Hanımı gören ihtiyar kadın sahte bir tebessümle:

– Tanrı misafiri olarak geldim kızım. Akşamları gözlerim iyi görmüyor. Evim şehrin bir ucunda. Bir dostu ziyaretten dönüyorum. Geç  kaldım. Tuğrul Bey oğlumun ismini çok duydum. Evinizin önünden geçerken….

– Nazlı Hanım söze karıştı:

– Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Evimde istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Bu köşkten pek çok Tanrı misafiri geçti.

İhtiyar dua ederek kollarını sıvamaya başladı.

– Akşam namazı yaklaşıyor. Bir abdest almama müsaade eder misiniz?

Bu ve buna benzer halleri ile ihtiyar kadın Nazlı Hanım’ kendini sevdirdi. Diller döktü, dualar eti, saadetler diledi. Üç gün bu köşkte yedi, içti, misafir kaldı. Dördüncü gün sabah Nazlı Hanıma :

– Hanım kızım, artık misafirlik bitti. Bana çok iyilikler ettiniz. Allah birinizi bin etsin. Size çok zahmet verdim. Müsaade ederseniz ben artık gideyim. Bu iyiliklerinize küçük bir karşılık olsun diye, eğer benimle gelirsen, bizim evin yakınında değerli bir zâtın türbesi var. Oraya seni götüreyim. Dua edelim. Saadetiniz ziyade olsun. . . dedi.

Nazlı Hanım, görünüşte iyi kalpli olan bu ihtiyarı kırmadı. Beraberce çıktılar. Şehrin dışına yakın, bahçeli bir evin kapısından girdiler. Güllerle süslü bir yoldan yürümeye başladılar. Burası bir türbeye benzemiyordu. Nazlı , Hanımın içini bir şüphe ve korku bulutu sarmaya başlamıştı.

Hiç beklenmedik bir anda ağaçların arkasından çıkan üç dört asker Nazlı Hanımın ağzım kapadılar ve sımsıkı kucaklayarak evin üst katma çıkardılar. Burası zâlim kolbaşının evi idi. İhtiyar kadın avucuna konan bir iki altın parayı sırıtarak aldı ve evden çıkıp gitti.

Kolbaşı genç ve güzel kızın karşısında sırıtmaya başladı. Kabalığını örtmeye çalışan bir nezaket edasıyla:

– Siz bu şehre değil, Vali saraylarına lâyık bir kızsınız hanımefendi. Korkmayınız.

Sonra adamlarına döndü :

Tuğrul Bey’in köşkündekiler Nazlı Hanımı akşama ve gecenin geç saatlerine kadar beklediler. Herkeste bir korku, endişe ve şaşkınlık başladı. Evin kâhyası Tuğrul Bey’in ve Nazlı Hanımın babalarına koştu. Telâş yayıldı. Ertesi gün Tuğrul Bey ticaret için gittiği şehirden döndü. Köşk mateme bürünmüştü. İhtiyar kadının gelişini, üç gün kalışını uzun uzun soruşturan Tuğrul Bey, kimsenin kadını tanımayışı karşısında çıldıracak gibi oluyordu. Köşkün hizmetçisi, ihtiyar kadının evinin şehirden dışarda olduğunu duymuştu. Bu bilgiden hareketle, köşkün kahyası, üç hizmetçisi ve hatta fakir ve kimsesiz neyzen şehrin dış mahallelerini aramaya başladılar. Tuğrul Bey’in tanıdıkları, arkadaşları ve arkadaşlarının hanımları da şehrin içinde sessiz bir soruşturmaya giriştiler.

Fakir neyzen, elbisesini değiştirdi. Bir gözünü büyükçe bir mendille sardı. Her gün şehrin bir dış semtinde ney çalarak dolaşmaya başladı. Her semtin çocukları bu fakir neyzenin peşine takılıyorlar, o bir köşe başında veya bir evin gölgesinde oturup neyini üflerken etrafını çevirip dinliyorlardı.

Bir gün yine etrafı çocuklarla çevrili olduğu halde yanık yanık çalarken, sarı saçlı cingöz edalı bir kız çocuğu, arkadaşları ile beraber neyzene söz atmaya başladılar. Bir ara kız çocuk şöyle dedi:

– Böyle yanık yanık çalıp bizi ağlatacağım mı sanıyorsun çingene! Sen git Nazlı Hanımın evinde çal… Onları ağlat!

Fakir neyzen sustu. Çocuğa tebessüm etti :

– Nazlı Hanım kimdir yavrum? Bilmiyorum

– Kimse kim. Bana soracağına git bizim mahallenin Satı Nene’sine sor.

– Satı Nene’yi de tanımıyorum. ..

– Tanıma… tanıma. sonra seni de kaçırır…

Çocuklar gülüştüler. Neyzen sezdirmeden oradan uzaklaştı. Köşke döndü. Durumu Tuğrul Bey’e bildirdi. Hemen iki at hazırlandı. Neyzen. köşkte giydiği elbisesini giydi. Gözündeki mendili çıkardı. Tuğrul Beyle atlarını dört nal sürerek Satı Nene’nin mahalle kâhyasına gittiler. Kahya meseleden habersizdi. Satı Nene’yi sordular. Kahya :

– Evi şu köşeyi dönünce ilerideki kumaş dükkânının karşısındaki evdir. . . diye tarif etti, Teşekkür ederek ayrıldılar.

Satı Nene’nin evinin kapısı yarı açık vaziyette idi. Neyzen kapıda bekçi olarak kaldı. Tuğrul Bey hızla içeri girdi. İki odalı, köhne bir evde oturan Satı Nene, Tuğrul Bey’i görünce önce tanımadığı için şaşırdı. –

– Kimsin sen? Evimde ne arıyorsun?… diye bağırdı… Tuğrul Bey elindeki hançeri kadının boğazına doğru yaklaştırırken bağırdı:

Nazlı nerede ? Çabuk söyle… Yoksa keserim seni…İhtiyar kadının önce dili tutuldu. Ağzını açtığı halde konuşamıyordu. Kısa bir zaman sonra :

– Ha… Şey… Nazlı Hmm.. Ben birşey yapmadım…

– Şimdi nerede diyorum!

– Şey… Şimdi. .. Kolbaşı onu Vali Paşaya götürdü…

– Yaaa! Kolbaşı namussuzu Nazlı’yı Vali Paşa’ya “götürdü öyle mi?

– Evet. .. evet. .. İnanın ben bir şey yapmadım…

-Sus cadı!

Tuğrul Bey kuvvetli bir tokat attı. Kadın sersemledi ve olduğu yere çöktü.

Mesele büyük bir kısmı ile çözülmüştü. Bu arada tam bir hafta geçmişti.

Tuğrul Bey yol hazırlığını sür’atle tamamladı. Silâhlandı ve o gece tek başına yola çıktı. İki günlük yolculuktan sonra Vali Paşa’nın oturduğu şehre geldi. Kendisi de atı da çok yorgundu. Bir han’a misafir oldu. Yıkandı. temizlendi. Atının da bakımını tamamladı. Bir iki gün handa hem dinleniyor, hem de şehrin çeşitli meseleleri hakkında halk dilinde dolaşan şayialara kulak veriyordu. Bu arada babasının bu şehirdeki yakın arkadaşı bir doktor ile de görüşmeyi ihmal etmedi. Olanları bütün teferruatı ile doktora anlattı. Doktor gittikçe artan bir merakla Tuğrul Beyi dinledi. Tuğrul Beyin sözü bitince şunları söyledi.

– Bundan üç dört gün önce, Vali Paşanın sarayından bir cariye bana geldi. Vali Paşa’ya yeni gelen bir kızcağızın devamlı baygınlık geçirdiğini ve çok hasta olduğunu söyledi. Kendilerine bir ilaç yazdım. Şehirdeki eczanelerde bu ilaçların bulunacağım söyledim. Bulamazlarsa kendilerine bu ilacı yapabileceğimi de söyledim. Kuvvetle ümit ediyorum ki oğlum, bu hanım kız sizin eşiniz olsun. Birkaç gün daha bekleyelim. Meraklanma bir çıkar yol buluruz.

Gerçekten Allah’ın büyük bir yardımı oldu. Ertesi gün aynı cariye doktora tekrar geldi ve :

– Efendim, o verdiğiniz ilâcı aldık ve ismini dahi bilmediğimiz hasta kızcağıza verdik. Çok üzgünüz ki, tesir etmiyor ve bayılma nöbetleri sıklaşıyor. Ne yapsak?… diye sordu.

Doktor sevinçle şunları söyledi :

– Benim sevimli kızım, sana çok mühim şeyler söyleyeceğim. Vali Paşa, sarayında kendi cariyeleri olarak birçok hanımları bulunduruyor. Fakat şimdiye kadar evli ve sahibi olan hiçbir kadını sarayına almamıştır. Bu hasta kızcağızın ismi Nazlı Hanım ise, bu şehrimize iki günlük mesafedeki bir şehrin sayılı tüccarlarından birinin gelinidir. Bu kızcağızı Vali Paşa’ya getirenler onun evli olduğunu söylememişlerdir. Nazlı hanımın kocası Tuğrul Bey dün benimle konuştu. Vali Paşanın asabiyetini hepimiz biliyoruz. Bu işi halletmek için sana ihtiyacımız var.

Kızcağız bu acı hikâyeyi dinledikten sonra :

– Hiç merak etmeyin efendim, ben üzerime düşen vazifeleri sonuna kadar yapmaya hazırım. Bunları Nazlı Hanım’a anlatırım. İnşallah bir kurtuluş yolu buluruz. .. dedi ve doktorun verdiği bir basit ilacı alıp gitti.

Tuğrul Bey doktorun muayenehanesine yakın bir han’a yerleşmişti. Doktor olanları kendisine, haber veriyordu, Cariye, Nazlı Hanımla baş başa

kaldığı bir gün yarı baygın hasta döşeğinde yatan kızcağıza :

– Hanımefendi, size bir şey sormama müsaade eder misiniz? İsminiz Nazlı Hanım mıdır?…  diye sordu. .

Genç kız ani bir heyecana kapıldı. Cariyenin elini tutarken :

– Siz ismimi nereden duydunuz? diye ağlamaya başladı. İyi kalpli cariye olanlaı bir bir anlattı. Nazlı Hanım büyük bir ümitle bu esaretten kurtulacağını hissetti ve her gün biraz daha iyileşmeye başladı.

Aradan iki hafta geçmişti. Doktor zekice bir plan hazırladı. İki gün sonra akşam yemeğinden evvel Tuğrul Bey, doktorun kalfası ismiyle saraya girecek. herkes yemek telaşı içinde iken büyük salonun sağdan sekizinci odasındaki Nazlı Hanımla görüşeceklerdi. Bu sırada cariye, her zaman giydiği elbisesini bir bohça içinde getirecek. Nazlı Hanım cariye kıyafetinde Tuğrul Beyle kaçacaktı. Kapıdaki nöbetçilerin parolasını cariye bildirecekti.

İki günün ne kadar geçmez olduğunu tahmin edebilirsiniz…

Nihayet, ikinci gün güneş batınca Tuğrul Bey atını harekete hazırladı. Hancıya parasını ödedi. Birkaç saat sonra şehirden ayrılacağım bildirdi. Doktorla vedalaştı ve Vali Paşa’nın sarayına geldi. Kapıda siyah bir tülle yüzünü örtmüş olan cariye Tuğrul beyi başıyla selamladı ve yaklaşan nöbetçiye :

– Vali Paşanın hastası için çağırdığımız doktorun kalfasıdır. Muayene için gelmiştir. Sonra beraberce ilaç almaya çıkacağız. . . dedi. Yolda yürürlerken fısıltı halinde şunları söyledi :

– Efendim, sarayın arkasında bir başka kapı daha var. Bu gece parola: Bayrak. Saraya girince yukarı kata çıkacağız. Merdivenin sağındaki büyük salonun sağdan sekizinci odasına gireceksiniz.. . .

Her şey büyük bir sükunet içinde devam ediyordu. Nazlı Hanım odasında heyecandan bayılacak gibi oluyordu. Tuğrul Bey ise sakindi. Cariye ile birlikte merdivenleri çıktılar. Cariye ayrıldı. Tuğrul Bey sağdaki salonun oda kapılarım saymaya başladı. Buraya kadar iyi yürüyen plân ufak bir dalgınlıkla bozuluverdi. Tuğrul Bey sekizinci kapı yerine dokuzuncu kapıyı açtı ve girdi. Burası Vali Paşa’nın kızkardeşinin odası idi. Tuğrul Bey bir anda şaşırmıştı. Odada kimseler yoktu. Acaba cariye bir tuzak mı kurmuştu? Hem ihtimalleri düşünüyor, hem de odayı gözleriyle tetkik ediyordu.

Bu sırada kapı ağır ağır açılmaya başladı ve içeriye Vali Paşanın kızkardeşi girdi. Odasında yabancı bir erkeği görünce kızgın bir sesle :

– Kimsiniz? Odamda ne arıyorsunuz?… diye bağırdı.

Tuğrul Bey, son derece sakin bir sesle :

– Ufak bir yanlışlık oldu muhterem hanımefendi. Eğer beni mazur görür ve dinlemek lütfunda bulunursanız anlatayım. ..

Vali Paşanın kızkardeşi kendine hâkim olmayı başardı ve aynı sert eda içinde kapıyı kapatırken :

– Sizi dinliyorum… dedi.

Tuğrul Bey olanları ana hatlarıyla anlattıkça kadındaki sert eda yumuşamaya başladı. Hikayenin sonunda ise tam bir şefkat hissine bürünmüş olarak: – – Delikanlı tamamen suçsuz olduğunuzu anlıyorum. Şimdi Vali Paşa odama gelecek, sizi bu şekilde görmesi onun âsâbını bozabilir. Hatta size ağır bir ceza verebilir. Şimdi şu perdenin arkasına saklanın ve gerisini bana bırakın… dedi.

Tuğrul Bey, hemen perdenin arkasına geçti. Bu sırada Vali Paşa hafifçe kapıyı çalarak odaya girdi. Kız kardeşinin yüzüne dikkatli dikkatli baktı:

– Sevgili kardeşim, yüzünde bir heyecan okuyorum. Bir şey mi oldu?. . . diye sorunca, kız kardeşi şöyle cevap verdi :

– Bir hikâye okudum. O kadar heyecanlıydı ki, , hâlâ kendimi kurtaramadım.

– Nasıl bir hikâye imiş bu?

– Dinlemek ister misiniz?

– Karşı salonda bizi yemeğe bekliyorlar. Fazla uzun değilse dinlemek isterim tabii.

– Uzun olup da bin bir gece masalı değil ya… Vaktiyle iki tüccarın birer çocukları olmuş. Birisi kız, birisi erkekmiş. Bu tüccarlar birbirlerini o kadar severlermiş ki, aralarında karar vermişler bu kız ile erkek çocuğa aynı tahsil, kültür, bilgi ve eğitimi verecekler, birbirleri ile anlaşabilirlerse büyüyünce evlendireceklemıiş. Çocuklar büyümüş. Aynı tahsil seviyesinde yetişmişler. Bu iki tüccar karar verdikleri gibi yavrularım evlendirmişler. Çok mes’ud bir aile yuvası kurulmuş. Bir gece balkonlarında şiir sohbeti yaparlarken Haccac bu kızı görmüş ve Abdülmelik’e cariye olarak göndermek istemiş.

Vali Paşanın kızkardeşi ana noktalarıyla olanları bir hikâye şeklinde anlatımş, anlatmış… Nihayet hikâyenin sonunu şöyle bağlamış :

– İşte böyle odayı şaşıran genç âşık Abdülmelik’in kız kardeşinin odasına girmiş. Tam bu sırada Abdülmelik kız kardeşi ile odaya girince delikanlı halifenin dizlerine kapanıp ağlayarak hikâyeyi anlatmış ve af dilemiş. Fakat halife öyle bir hiddet göstermiş ki, derhal kılıcını çekip bu delikanlıyı öldürmüş…

Hikâyenin bu noktasında Vali Paşa elinde olmadan söze karıştı :

. – Çok yazık olmuş. Abdülmelik zulmetmiş. dedi. _ Vali Paşanın kızkardeşi sustu. Kısa bir durduktan sonra :

– Siz olsa idiniz aynı şeyi yapmaz mıydınız?

– Asla… Abdülmelik delikanlya zulmetmiş… Yazık etmiş…

– Siz halifenin yerinde olsa idiniz ne yapardınız?

– Affederdim…

– O halde haberiniz olsun. Bu hikâye sizin sarayınızda ve şu anda olmaktadır…

Vali Paşa bir an Şaşırdı. Kızkardeşi perdenin arkasındaki Tuğrul Bey’e seslendi :

– Yaklaş delikanlı. ..

Tuğrul Bey derin bir hürmet tavrıyla Vali Paşanın elini öperken ;

– Bizi bağışlayınız efendim… deyince Vali Paşa üzerinde bir baba şefkati ve tebessümü ile :

– Olanlar beni çok üzmüştür. Vakit geçirmeden muhterem refikanızın odasına gidiniz. Bu sarayda tam bir emniyet hissi içinde olmanızı rica ederim. Bu akşam yemeğinde benim davetimdesiniz. Yarın. öbürgün… ne zaman isterseniz yuvanıza dönebilirsiniz. Benim sarayımda kadın panayırı açtığımı zanneden o namussuz kolbaşı yarın cezasını görecektir… dedi.

Tuğrul Bey müsaade isteyerek odadan çıktı. Sekizinci odanın kapısını vurdu. Açtı. Nazlı Hanım biraz bitkin fakat son derece mes’ud bir gülüşle Tuğrul Bey’e koştu. Sevgi ile kucaklaştılar. Tuğrul Bey, olanları anlatırken iyi kalpli cariye elinde elbise bohçası olduğu halde korka korka içeri girdi. Fakat durumdaki değişikliği anlamakta gecikmedi. Gülüştüler…

Ertesi sabah güneş doğarken Vali Paşanın şehrinden bir çift atlı yola çıkıyordu. İkisi de mes ”uddu. Çam kokulu yalçın dağların eteğinde kurulmuş memleketlerine, kuş cıvıltılı köşklerine ve eski saadetlerine doğru atlar uçuyordu.

Mustafa Yazgan

Yorum Yap

İlginizi Çekebilir

Ziyaretçi istatistikleri.

Rekor: 3888 (29.04.2024)

AdBlock veya uBlock Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün.

AdBlock veya uBlock'u Devre Dışı Bıraktım